Mevlevilik ve Müzik

Mevlevilik, Mevlana Celaleddin Rumi (öl: 10 Aralık 1273)’yi sevenlerin, pir ve mürşid tanıyanların tarikati. Mensuplarına “Mevlevi” denir. Mevlevi, “Mevlana’ya mensup olan” demektir; kelimenin “sevgi-dostluk” anlamında, Kur’an’da da geçen “tevella” kelimesi ile de ilgili olduğu rivayet edilir. Bir Türk tarikatıdır, ancak, Türk olmayanlardan da Mevlana’yı sevip bağlananlar, bu tarikata girenler olmuştur. Mevlana zamanından en son devirlere kadar, gerek Hazret'in çevresinde toplananlar, gerekse adına kurulan tarikata girenler arasında melamet neşesi (temayülü-eğilimi) taşıyıp Kalenderi, Bektaşi, Hamzevi gibi batıni zümrelerle ve Fütüvvet ehli ile yakınlık gösteren ve tarikat içinde Şems Kolu diye isimlendirilen bir zümre de mevcut bulunmuş olmakla beraber, tarikatın galip tarafını Veled Kolu denilen, dinin sünni icaplarına (zühde) riayet edenler teşkil etmiştir; bu itibarla da sünni bir tarikattır, denilebilir.

Birçok tarikat piri gibi Mevlana da sağlığında bir tarikat kurmuş, şeyhlik, pirlik iddiasında bulunmuş değildir. Gerçi çevresinde toplananlar onu bir şeyh, bir piri bir mürşit hatta Tanrı’nın “mazharı ve mir’atı” (İlahi tecellilerin kendisinde göründüğü bir veli) olarak görüyorlardı. Fakat kendisinin bu tarz bir davası ve tarikat kurma arzu ve teşebbüsü yoktu. Mevlana’nın bir coşkunluk ve cezbe mizacı vardı. Diğer birçok sufi zümrelerinde de görüldüğü gibi, musiki refakatinde sema ederdi. Şiir söylerdi. Kendisine bağlananların saç, kaş, sakal ve bıyıklarından veya iki kaşlarının ortasından makasla birkaç tel kestirmek suretiyle sembolik bir tıraş yaptırdığı da, Mevleviliğin başlıca kaynaklarından olan Eflaki(öl: 1360)’nın Menikıbu’l-Arifin adlı eserinde kaydedilen hususlardandır. Kısaca Mevlana, kendisine mahsus halleri olan cezbeli, coşkun bir mutasavvıf şairdi. Kendi başına veya çevresinde bulunanlarla birlikte yaptıkları, yaptırdıkları, bir usule, kaideye, erkana nizam ve merasime bağlanmış değildi.

Mevlana’nın ölümünden sonra, ona bağlananların birliğini muhafaza ve eğitimlerini devam ettirmek üzere yerine Çelebi Hüsameddin geçti. Mevlana’nın oğlu Sultan Veled (öl. 1312) dahil, Mevlana bağlılarının hepsi, Çelebi Hüsameddin’i Mevlana’nın halifesi sayarak ona bağlandılar. Çelebi Hüsameddin zamanında da Mevlana zamanında görülen hal ve hareketler devam etti.

Yalnız cuma namazlarından sonra sema yapmak ve semadan sonra da Kur’an ve onu takiben Mesnevi okumak gibi muntazam bir adet gelişti. Çelebi Hüsameddin’in 1284’te vefatından sonra Mevlana bağlıları, Bektemüroglu Şeyh Kerimeddin'e tabi oldular, onu “kutub” saydılar. Bu zatın 1292’de vefatından sonra da Mevlana'nın oğlu Sultan Veled halife oldu. Sultan Veled’den sonra (1312) yerine, sırasıyla oğulları Ulu Arif Çelebi, (öl. 1320), Şemseddin Abid Çelebi, Vacid Çelebi geçtiler. Vacid Çelebi’den sonra, Ulu Arif Çelebi’nin oğlu Emir Alem Çelebi geçti ve böylece Mevlana’nın postuna, kendi soyundan olmayan ilk iki Çelebi’den sonra, oğlu Sultan Veled’den başlayarak en son Çelebi’ye (1925, Veled Çelebi İzbudak) kadar hep Mevlana soyundan gelme kimseler oturmuşlardır.

“Çelebi”, Mevlana Celaleddin’in vekili (halifesi) olarak Mevlevi tarikatının başında bulunan kimse demektir. Çelebilik hayat boyu devam ederdi. Bütün diğer tekke şeyhlerini çelebi seçerdi. Çelebiler tarikatın merkezi olan ve sayılan Konya’da “Mevlana Dergahı”nda otururlardı (Ancak, tarikatın gerçek merkezi Osmanlılar zamanında İstanbul’du denilebilir.) Çelebi denilen şeyhler önceleri, “dergah zabitanı” denilen, hizmeti geçmiş ileri gelen dede’ler tarafından tayin edilir (seçilir) idi. Fakat sonradan tarikat bünyesinde çıkan çeşitli anlaşmazlıklar sebebiyle çelebiler, padişah iradesiyle tayin edilmeğe başlandı: Meclisi Meşayih (Şeyhler Meclisi) denilen mevlevi dedelerinden kurulu meclis toplanır, Çelebi olması gereken zat hakkındaki kanaat ve kararını şeyhülislama arz eder, şeyhülislam da bunu padişaha sunar, padişahın iradesi (emri, kararı, tasdiki) de çelebi olacak zata bildirilirdi.

Mevleviliğin tarikat olarak kuruluşu, Sultan Veled’le başlar. Babasının vefatından

sonra Sultan Veled, Selçuklu beylerinden Alemeddin Kayserin (öl: 1284) O’na bir türbe yaptırma teşebbüsüne müsaade etti. Böylece Mevlana Türbesi yapılmış ve Mevlana’yı sevenlere bir merkez kurulmuş oldu. Sultan Veled, yalnız babasını sevenlerle değil, Selçuklu ve Moğol beyleri ve ileri gelenlerinin hepsi ile iyi geçinmeğe çalıştı. Mantıklı temkinli ve serinkanlı hareket eden bir zattı. Türbeye vakıflar sağladı. Amasya, Erzincan ve Kırşehir’e halifeler yollayıp zaviyeler açtırdı. Bir yandan da tarikatın usul ve erkanını tespit edip kuralları, törenleri sabit hale getirmeğe çalışıyordu. Oğlu Ulu Arif Çelebi de babasının yolundan giderek tarikatin çerçevesini genişletti. XV. yy’a kadar geçen zaman Mevleviliğin kuruluş devridir. Kuruluş XV. yy’ın ilk yarısında tamamlandı; bütün adab ve erkanı ile artık hiçbir kaidesi değişmemek üzere Mevlevilik kurulmuş oldu. “Dergah”, “zaviye”,

“asitane” denilen mevlevi tekkeleri, Türk dünyasının, uçsuz bucaksız Osmanlı İmparatorluğu’nun her tarafında açıldı. Macaristan’dan Mısır’a, Hicaz’a kadar her tarafta nüfuzlu ve itibarlı bir tarikatti. Sünni tarikatların en büyüklerindendir.

Bunun yanı sıra siyaset dışı kalmış olması, devlet işlerine karışmaması, devletin başına gaileler açmamış olması da mühim bir faktördür. Mevlana, hiçbir siyasi harekette bulunmamıştır. Sultan Veled, oğulları ve torunları (sonra gelenler) da bu hususa dikkat ettiler. Onların siyasilerle, hakim siyasi otorite ile münasebetleri, siyasi ihtilaflardan tavırları, "taraf tutmak sızın iyi geçinmek, zarar vermemek ve zarara uğramamak” şeklinde özetlenebilir.

Bu özelliklerinden dolayı Osmanlılar’dan muazzam himaye görmüş adeta “resmi himayeye mazhar tarikat” olarak muazzam İmparatorluk’un her tarafında yayılmışlardır. Devlet otoritesi “nizam-ı alem” konusunda ne kadar hassas, dikkatli ve tavizsiz oldukları bilinen Osmanoğulları, İmparatorluğu içerden çökertmek üzere İran’a bağlı birer casusluk ve propaganda ocağı hüviyetinde görünen ve bu yolda faaliyet gösteren, tarikat adı altında İran’ın siyasi ideolojik propagandasını yapan ve her buldukları fırsatta silahlı fiili isyan ve karışıklıklar çıkartmaktan geri kalmayan şii - batıni tarikatlara karşı asla müsamahakar olmamıştır. Asıl meşru siyasi ve manevi otorite olarak İran şahlarını tanıyan hurufi, ham zevi, kalenderi v.b. batıni zümreler şiddetle tenkil edilmişlerdir. Buna mukabil Mevlevilik, Osmanlı düzeninin temeli olan sünni ideolojiye bağlı kalmış ve bu sebeple de devletin kudreti ile orantılı ve paralel olarak yayılmıştır. Mevlevilik’in Şemsi Kolu da tepki ve tenkitleri çekmiş olmakla beraber, Veledi Kol’un hakim olması ve öbürlerinin de fiili hareketlere karışmamış olmaları, tarikatın şiddetli bir takip ve tahribe uğramasını önlemiştir.

 

Mevlevi şeyh ve dedelerinden bazılarının, siyasi hadiselerle ilgilenmiş, bazı siyasi tercih ve tavırların içinde görülmüş olmaları şahsi ve istisnai tutumlardır. Veled Çelebi’nin I. Dünya Harbi’nde bir "Mevlevi Alayı” kurmuş olması ise, milli hassasiyetinin ifadesi olan, maddi olmaktan çok manevi değeri olan sembolik bir davranıştır.

 

Başlangıcında yüksek zümreden olanlarla beraber halkı da kavrayan Mevlevilik, erkan ve adabı belirlenmiş, yerleşmiş bir tarikat haline geldikten sonra (XVI. yy’dan itibaren) yavaş yavaş köylerden kasabalara, kasabalardan şehirlere doğru çekilerek yüksek zümreye bağlanmağa başladı. Halktan da tarikata girenler yine bulunmakla beraber, asıl vezirler, beyler, beyzadeler, hükümet ileri gelenleri, aydınlar, bilginler, hatta son zamanlarda padişahlar (III. Selim, II. Mahmud, I. Abdülmecid) mevlevi oluyordu. Bizzat tarikata girmek anlamında olmasa bile, birinci sınıf Türk aydınlarının pek çoğunun yüzyıllar boyunca Mevlana hayranı olarak “mevlevi” sayılabileceği muhakkaktır. Bu, mevlevilere, mevlevi olmasalar bile aydınlar ve devlet katında ve Türk toplumu içinde yüksek bir itibar ve saygı temin ediyordu. Osmanlılar, Mevlana’nın türbesini asırlar boyunca manevi bir yüksek makam saymışlar ve böyle telakki ettikleri diğer manevi ve mukaddes makamlar gibi cömert bağışlarda, yardımlarda bulunmuşlardır. Aynı tutum, bütün mevlevi tekkelerine karşı gösterilmiştir. Osmanlı düzeninde, medrese eğitiminde yeri olmayan Farsça’nın ve Fars edebiyatının, Mesnevi ve tefsirinin en yüksek seviyede okutulduğu yerler, özellikle mevlevihaneler (mevlevi tekkeleri) idi. Esasen, aynı zamanda akademik birer kuruluş hüviyetinde olan mevlevihanelerde (özellikle İstanbul’da bulunan Galata, Yenikapı, Eyüb Üsküdar gibi büyük dergahlarda), yalnız Fars dili ve edebiyatı, Mesnevi ve tefsiri değil, Türk dili, şiiri, edebiyatı, her çeşit musiki bilgisi, özellikle mevlevi musikisi, hat, tezhib, minyatür gibi güzel sanatlar ve Türk dini raksının doruğu olan sema, çok ehliyetli bir şekilde isteyenlere öğretilirdi. Bu sebeple, mevlevihaneleri, kendi devirlerinin gerçek birer akademi şubesi saymak yerinde olur.

Ancak bu tarikatta ağır basan kültür unsurunun musiki olduğunu söylemek mümkündür. Mevlevi Musikisi, Türk Dini Musıkisi’nin Tasavvuf Musikisi dalının mutlak şekilde en zengin kısmıdır. Hiçbir tarikatta musikiye bu ağırlığın verildiği görülmez. Ayin-i Şerif denen ve sema yapılmaya mahsus büyük musiki formu, Türk Musikisi’ nin de en büyük formudur.

Sema ayini, Mevlana’nın tasavvufi düşünceleri ve aşk felsefesi üzerine kurulmuş olan Mevlevilik’in bir nevi sembolü haline gelmiştir. Mevlana zamanında belli bir kaidesi olmayan bu “dönüş” Sultan Veled’den itibaren adap ve erkanı (kuralları) tespit edilmiş üç devirlik bir ayin (merasim) haline getirilmiş ve adına mukabele (karşılaşma) denilmiştir. Sema edenlere, semazen, sema edenleri idare eden mevlevi dedesine semazenbaşı denirdi. Her tekkede belirli günlerde, Konya’da cuma günleri cuma namazından sonra mukabele yapılırdı. Sema ederken yapılan her hareketin, semahane (sema evi) denilen yerdeki meydanın, orada bulunan eşyanın, renklerin ayrı ayrı sembolik manaları ve değerleri vardır. Mesela, semazenlerin başındaki sivri keçe külah mezar taşının, sırtlarındaki hırka mezarın, beyaz tennure (entari) kefen’in sembolüdür. Semazenler, dünya iş ve ilgilerinden soyunmuş gayb aleminin aşk pervane (kelebek)leridir. Devr-i Veledi denilen sema, öldükten sonra dirilmeye, şeyhin rehberliği ve irşadı (uyarması, aydınlatması) ile geçici (fani) hayattan ebedi hayata yönelmeye işarettir. Üç dönüşün (devir) her biri tasavvuftaki bilginin üç merhalesini (ilme'l-yakin = ilim yoluyla bilmek, ayne’l-yakin = görerek bilmek, hakka’l-yakin= gerçekle-Hak’la karışarak kaynaşarak, yani “olarak” bilmek) sembolize eder. Birinci dönüşte, alemler (Cenab-ı Hakk’ın kudret-i İlahisi) seyr edilir. İkinci dönüşte, Vahdet (Allah’ın birliği) görülmüş olur. Üçüncü dönüşte de aşık kendini kaybederek vahdet durağında, tıpkı güneş sistemindeki gezegenler gibi hem kendi çevresinde, hem dopdolu hale geldiği İlahi Vahdet çevresinde dönmektedir. Sema ederken kol açan semazenin sağ eli dua eder gibi yukarıya doğru açık, sol eli de parmakları yere doğru olmak üzere aşağı doğru açıktır. Bu: “Hak’tan alır, halk’a saçarız, hiçbir şeyi kendimize mal etmeyiz; var görünüyoruz, fakat aslında aracılık eden birer suretten (görüntü) başka bir şey değiliz.” manasındadır. Aynı pozisyonun bir başka manalandırılışı da şudur: “Göğe ağarız, yere yağarız; varlığımız Hakk’ın rahmetinde erimiş, yok olmuştur.” Böyle böyle en ince detayına kadar kaideye (kura

la) bağlanmış ve manalandırılmış, yalnız katılanları değil, seyredenleri bile hala cezbeden, hayran bırakan bir merasimdir. Mevlevi denilince günümüz insanının ve Mevleviliğe bütünüyle alaka duyan Batılıların aklına ilk önce bu “dönen dervişler” gelmektedir.

Bundan başka mevlevilerin ayn-i cem denilen bir merasimleri daha vardır ki, akşam yemeğinden sonra başlar, sabah ezanının okunuşu ile sona ererdi. Bu süre içinde musiki dinlenilir, sema edilir, gülbank çekilir; arada yemişler yenilir, sohbet edilir, İlahiler söylenir ve Fatiha okunarak biterdi. Ayn-i cem, gündüzün ve bir ovada veya mesire yerinde de yapılabilirdi.

Mevleviliğe taraftar olup yeni girene mubib, 1001 gün çile çıkarıp dervişliğe ikrar vererek bir dergahta hizmete giren dervişe dede, dedelerin kıdemli ve manevi mertebesi yüksek olanlarına şeyh denirdi. Şeyhler seyyid (Hz. Peygamber soyundan) iseler, yeşil, seyyid değillerse beyaz, şeyhlikle beraber halifelik de almış iseler duhani (duman rengi, yani siyaha pek yakın koyu mor) destar (sarık) sararlardı. Halifelik, manevi bir rütbe idi; olgun dervişlere daha önce halife olanlar tarafından verilirdi. Halifelik rütbesi verilmiş dedeler, bir yerin şeyhliği boşaldığı zaman tercihan oraya tayin olunurlardı.

Diğer tarikatlarda olduğu gibi Mevlevilik’te de pir’in (Mevlana’nın) soyunu Hz. Peygamber’e kadar ulaştıran bir soy kütüğü vardır ki buna «ikile denir. Tabiatiyle hemen hemen hepsinde olduğu gibi Mevlevi tarikatındı da ancak geleneksel bir manası bulunan, tarihi gerçeklik olarak bir kıymet taşımayan bu silsileye göre, Mevlana'nın soyu meşhur mutasavvıf Hasan Basri (öl. 799) vasıtasıyla Hz. Ali (öl. 661)'ye ve onun vasıtasıyla da Cenab-ı Peygamber’e ulaşmaktadır.

 

Türk kültürüne büyük hizmetler etmiş, bu kültürü yaymakta tarihi rol oynamış, şiir ve musiki gibi sahalarda Türk kültürünün bazı dahilerini yetiştirmiş; yalnız sanatta değil, yeme, yatma, kalkma, konuşma, selamlaşma gibi gündelik alelade insan davranışlarına varıncaya kadar kendine mahsus ince terbiye usulleri ve edepler geliştirmiş ve XX. yy'a en mazbut tarikat olarak intikal etmiş olan Mevlevilik, 30 Kasım 1925’te çıkan "Tekke ve Tarikatlerin Kapanmasına Dair Kanunla diğer tekke ve tarikatlarla beraber kapatılmıştır.

Çelebi'nin oturduğu Konya'daki çok zengin kütüphanesi bulunan dergah “Mevlana Müzesi” haline getirilmiştir. Mevlana, oğlu Sultan Veled ve aile fertlerinin gömülü (medfun) bulunduğu Kubbe-i Hadra (Yeşil Kubbe) denilen türbe ve çevre yapılardan ibaret olan bu dergah, halen Türkiye'nin yurt içinden ve dışından gelenlerce en çok ziyaret edilen yerlerindendir.

Konya Turizm Derneği tarafından her yıl Aralık ayı başında yapılan Mevlana’yı anma törenleri ve başka uygun vesilelerle yurt içinde ve dışında tekrarlanan sema ayinleri, “turistik" mahiyette olmakla beraber, mevlevilik ve “mevlevi kültürü” hakkında aydınlatıcı olmaktadır.

11 / Eki / 2017

Leave a comment

Onay Kodu
.
Image CAPTCHA
Enter the characters shown in the image.

Enstruman Eğitimi

Bize her konuda yazabilirsiniz. Editörlerimiz mesajlarınıza 24 saat saat içerisinde yanıt vereceklerdir. Bize yazmak için Buraya tıklayınız.